Kulak
Türkiye Türkçesi – Tatarca Sözlük (Ganiyev, 1998)
kulak
и. колак □ kulak davulu колак пәрдәсе; kulak kepçesi колак бөтеркәсе; kulak kiri колак сагызы; kulak yumuşağı колак яфрагы
Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü (Ercilasun, 1991)
kulak
Türkiye Türkçesi: kulak
Azerbaycan Türkçesi: gulag
Başkurt Türkçesi: kolak
Kazak Türkçesi: kulak
Kırgız Türkçesi: kulak
Özbek Türkçesi: kulàk
Tatar Türkçesi: kolak
Türkmen Türkçesi: gulak
Uygur Türkçesi: kulak
Rusça: uⱨo
Azerbaycan Türkçesinin Açıklamalı Sözlüğü (Orucovun, 2006)
kulak
[rus.] bax. qolçomaq 1-ci mənada. [Mirzə Hüseyn:] O yekəqarın kulakla nə söhbət eləyirdin? Ə.Haqverdiyev. Mədəd muzdurlar komitəsinin təlimatçılığı vəzifəsində çalışar, əsas etibarilə kulaklarla muzdurlar arasında şərtnamə bağlardı. S.Rəhimov. Buludların bağrını yarmaq istəyən zaman; Kulak pusquda durur gecə yam-yamlar kimi. S.Rüstəm.
Özbekçe—İngilizce Sözlük (Dirks, 2005)
kulak
(Russian) kulak (s. quloq).
Kırgızca – Türkiye Türkçesi Sözlüğü (Yudahin)
kulak
r. içt. köylerde başkalarını istismar eden ağalar sınıfına takılan bir lakaptır (“kulak” sözünün asıl manası “yumruk” demektir; M.) .
I, 1. kulak; kulakka il – yahut kulak koy – yahut kulak sal- : söz dinlemek; kulağına ilgen cok: kulak asmadı; sözünö kulak salbay: sözüne kulak asmadan; sözümö kulak koyboyt: 1) benim sözümü dinlemiyor, 2) benim sözüme kulak asmıyor; kulak tür- : dikkatle dinlemek, kulak kabartmak; kulağımdı kesip bereyin: gözüm kör olsun (harf: kulağımı kesip vereyim) ; kulağı uzun: olup- bitenlerden haberdar olan kimse; uzun kulak: şaıyalara dayanan haberler; közü açılıp kulağı uzardı: gözü açıldı ve kulağı uzadı (daha iyi anlamaya başladı) ; kulaktın kurçun kandır- : büyük bir zevkle dinlemek; kulaktan ürk- : (yayıntıların, lâkırdıların tesiri altında) sebepsiz paniğe kapılmak; kündün kulağı: alâimisema; kızıl kulak: alır- satar, vurguncu, ihtikârcı, açık göz ve pişkin bezirgân; kızıl kulaktık: şimdi anılan sözden mücerret ismdir; kozu kulak: kuzu kulağı (bitki) ; at kulak: kuzu kulağının büyüğü; ayuu kucum; börü kulak: dik duran kulaklar, dik kulaklı (at) : ay kulak yalak: sığır kuyruğu otu: Verbashut şam kulak: (atın) dim-dik duran ince kulakları: şala kulak (at hakkında) düşük kulak; kalkan kulak: büyük yassı kulaklı; boorsok kulak: kısa kulaklı; kısa kulak sur kulak (at hakkında) : koşuya tamamile hazır bulunan ve hiçbir eksikliği olmayan; kulak boo: hamutun oklarla iğri ağacı bağlamak için kullanılan iki tane kalın kayış (koşum sırımı) ; tegirmendin kulağı: değirmen taşını kaldırmak ve indirmek için bir aygıt; çüçü kulak bk. çüçü I; 2. telli musiki aletinin kulağı; 3. kazanın kulpu; kırk kulak kazan bar eken folk. : kırk kulplu kazan varmış; daha ör. bk. kazan, kazançı; 4. (çakmaklı tüfekte) tetik.
II, 1. sulama kanalının kolları; 2. akar su ölçü vahidi; kulak (yahut arıktın kulağın) bayla- : suyu sulanacak yerlere akıtmak; 3. değirmenin yedek oluğu.
III, kon. (rusça “kulak”) ağa, mütagallibe.
Karaçay-Malkarca – Türkiye Türkçesi Sözlüğü (Nevruz, 1991)
kulak
1. Kulak. ~ı bek: ağır işiten, salpı ~: sarkık kulaklı, ~ içi: kulak çukuru, ~ artı: kulağın arkası, ~ kemirçek: kulak kıkırdağı, ~ı kıçırmak: kulağı çınlamak, ~ı şuvuldağan: kulağı hışıldayan, ~ı duvuldamak: kulağı uğultu yapmak, ~ı sak: hassas kulaklı, her şeyi duyan, kıçırığıñ bıla kulaklarımı sasıtdıñ: sesinle kulaklarımı patlattın, ~ından tartmak: kulağını çekmek, ~ına kelgenni sanadı: kulağına geleni saydı (anlattı), ~ların turğuzmak: kulakların dikmek, dikkatle dinlemek, sañırav ~: sağır kulak, sañırav ~ el buzar (d): sağır kulaklı adam ortalığı karıştırır, ~ğa da almadı: kulağa almadı, dinlemedi, ~ iymek: kulak vermek, dikkatini celbetmek, cılkı~ (bot.): ıspanağa benzeyen bir bitki, lâbada, bir ~ından kirip bir ~ından çıkdı (d): bir kulağından girdi, bir kulağından çıktı, çunak ~lı: güdük kulaklı; 2. Tabanı düz vâdı (bu türlü vâdide akarsu bulunmaz, özen adı verilen vâdide ise akarsu vardır), iki dağ veya tepe arasında yer alan düz arazi, vâdi, iki dağ arasında yer alan tabanı düz boğaz. Mal koşubuz ~ içindedi: hayvan çiftliğimiz vâdinin içindedir, malla ~nı enişge ketdile: hayvanlar vadi aşağı gittiler, ullu ~: büyük vâdi, ~ ayağı: vâdinin sonu, vâdinin bittiği yer; 3. Korkuluk, parmaklık. Köpür ~la: köprü korkulukları, orunduk ~la: karyolanın parmaklıkları, arbanı kulakları: arabanın kazıkları.
Dîvânü Lugâti’t-Türk Dizini (TDK)
kulak
kulak,I, 209, 212, 220, 377, 383;II, 17, 23, 73, 133, 150, 154. 161, 337, 352; III, 31, 253, 286, 357, 358, 370.405,410 bkz> kulhak, kulkak